Birincisi tutunca ikincisinden devam. Bir önceki yazının tarihinden biraz daha geniş bir tarih aralığını kapsayabilir bu yazı.
Sabah saat 8, kitap okuduğum sırada tam olarak emin olamadığım için telefonumda açık olan doğa seslerini bir an için durduruyorum, evet duyduğum şey, kuş sesleri dışarıdan geliyor, telefonumdan değilmiş.
Almanya’ya ilk geldiğim zamanlarda işe tramvay ile gidiyordum. İndikten sonra bir 10 dk kadar da iş yerine yürüyordum. Geçtiğim sokaklardan birisinde olağan dışı bir durum var gibiydi. Sokakta megafondan verilen bir kuş cıvıltısı sesi vardı. O kadar yüksektiki kulağımda kulaklığım olmasına rağmen duyabiliyordum. Acaba burada bir petshop var ve reklam amaçlı seslerini dışarıya mı veriyordu? Yoksa sokakta bu sesleri hoparlörden yayınlayan bir deli mi oturuyordu? Her geçtiğimde aynı benzer kuş sesleri. Ne kadar değişikler. Bir kaç hafta sonra sabah erken saatlerde kalkmaya başladığımda kitap okurken benzer yoğunlukta seslerin oturduğum bina kümesinin orta kesiminde de olduğunu farkettim. Tabi ya, bu sesler gerçek kuş sesi ve oradaki seslerde bu deli gibi ciyaklayan kuşların sesiydi. Ne aptalım! Bunu yazmak istedim çünkü tam olarak bunu yaşadım. Şehrin içinde duyduğum seslerin gerçek olduğunu çok sonraları artık idrak edebilmiştim.
Geldiğim ilk günden itibaren çok değişik bir yabancılık hissi ile sokaklardaydım. Daha önce bir kere Yunanistan’a arabayla tatile gitmiştik, bu benim ilk yurtdışı deneyimimdi. O zaman böyle bir analiz yapma imkanım olmamıştı. Burada bomboş yollarda, caddelerde, sokaklarda karşıdan karşıya geçmeden önce insanlar öylece yeşilin yanmasını bekliyorlardı. Bu yazıyı yazarken aslında bu duruma çoktan alıştım. Ama ilk geldiğimde kendimi yola atmamak için zor tutuyordum. Yıllarca yaşadığım davranış kalıbını bir anda yok saymam mümkün değildi. O yüzden bugün durumu daha net görebiliyorum. Karşıdan karşıya geçmek hayatı ve düşünsel süreçlerimi ifade ediyordu benim için. Koşturmacadan, yürümeye…
Bir yerde okumuştum, yurtdışından Türkiye’ye gelen bir gurbetçi insanların %95’inin kurallara uymadığı yerde %5 kurallara uyan azınlık olduğunu hissetmiş, Durum yurtdışında tam tersine dönüyordu. Herkes kurallara uyuyor ve %5 azınlık kurallara uymuyordu. Toplum tüm bilince aslında bu şekilde etki ediyor olabilir mi? Kurallar bizim için.
Sokakların boşluğu; Bunu insan popülasyonun şehre yatay bir şekilde yayılmış olmasına bağlıyorum. Yatay şehirleşme olduğu için merkezi yerler haricinde genel olarak tüm sokaklarda çok az insan var. Ana caddelere çıkan sokaklarda biraz insan görebiliyorsunuz. Koronadan sonra şimdi insan trafiği daha da azaldı. Ülke hep tatilde gibi. Herkes yazlıkta. Güzel bir şey.
İç sızlaması; Bu yazıya aslında ilk ay başlamıştım. O zamandan aldığım notlara göre ilerledim, konular birbirinden kopuk gibi biraz o yüzden. İlk ay, ikinci ay çok yoğun bir şekilde yaşadığım acaba yapamayacak mıyım hissi ile ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Şu an 4. ayımdayım ve bu konuyla ilgili şunları rahatlıkla söyleyebilirim. Zaman geçtikçe sızlama geçiyor. İnsanlar yabancı, öyle olunca sen de onlara karşı yabancısın. Ne kadar uğraşırsan uğraş belkide ömür boyunca, ölene kadar bir yabancı olacaksın. Şöyle bakmak lazım. Yabancı kalmanın nesi kötü? Yani bir üretim rutinine girmek, bir şeyler yapmak istiyorsan, entegrasyon ne kadar önemli? Zaman içinde bence entegrasyon belirli bir seviyede olacaktır. Bunun için kendimi artık üzmüyorum, zorlamıyorum. Önceden aldığım kararlar var ve bu kararlar doğrultusunda ilerliyorum. Öngörülebilir bir sızlama idi bu, gerçekleşiyor, ileride belki daha ağır şekilde olacak ya da belki hiç kalmayacak. Gurbet şarkılarına bakıp bunlar acıtasyon, bunlar beni ya da bir başkasını bir adım ileri götürmeyecek diye düşünebilirim. Belki de bu söylediklerimi yine unutur ve karamsarlık içinde Türkiye’deki emekliliğimde yazlığımda ölümü beklediğim günleri hayal edebilirim?
İkinci Bölüm bitti.
Köln'de geçen ilk ayların izlenimleri, kültür şoku ve yeni keşifler